9 Mart 2011

BEŞAMEL SOSLU SEBZE ÇORBASI



Çocuklara yemek yedirmek son zamanın en kritik durumudur her halde. Bu konuda zorlanan anneler bana hak verecektir. Bizim evde de bu problemle karşı karşıyayız. Elle sayılacak kadar yemek çeşidi yiyor benim nergiz kokulu kızım. Yoğurt çorbası, pilav, mercimek çorbası, cacık, bazen makarna, bazen patates kızartması, tavuk, köfte. Sebze tadını ne yazık ki bilmiyoruz, patates hariç . Bazen zorla da olsa deneme yaptırıyoruz. Deneme sürecinde beğeniyor, sonra çabuk  vazgeçiyor. Beşamel soslu sebze çorbasını da böyle keşif ettik. Geçen sene Ramazan sofrasında arkadaşın yaptığı bu çorbayı çok sevince, mutluluktan uçacaktım. Tarifi almıştım ama bunu yapacak kadar cesareti bulamamıştım kendimde. Acaba beğenir mi, beğenmez mi?
Neyse cesaret geldi bu aralar yaptım. Dedim ya deneriz bazen severiz bazen sevmeyiz aynı tadı. Sonuç bizim için güzel kızım için her zamanki gibi hüsrandı, beğenmemişti. Olsun bir kere denemiş, annem sevdim de, yapmadı dememesi için yapmıştım.
Olurda bir gün kızım hayırlısıyla büyür, benim bu acizane yaptıklarımı inceler,  bu çorbayı ben sevmiyordum acaba şimdi severmiğim der de yapar, beğenir diye tarifi buraya kaydetmek istedim.


Malzemeler:
5-6 dal brokoli
2 adet havuç

1 adet domates
1 adet yeşil biber
4 su bardağı su 
tuz. karabiber, nane

Beşamel sosu için;

2 su bardağı süt
1,5 yemek kaşığı un
2 yemek kaşığı tereyağı





Hazırlanması;

1. Tüm sebzeleri küp küp doğrayıp,  4 su bardağı suda iyice yumuşayıncaya kadar pişiriyoruz.
2. Malzemeleri el blendırıyla püre haline gelmesi için çırpıyoruz. Blendır yoksa sebzeleri süzgece aktarıyoruz, kaşık yardımıyla ezerek süzgecten geçiriyoruz.
3.  2 yemek kaşığı tereyağını çorba  yapacağımız tenceresine koyuyoruz, ısınan yağa 1,5 yemek kaşığı unu ilave edip un kokusu gidinceye kadar karıştırıyoruz.
4. Kavrulan una sütü ekliyoruz ve sürekli karıştırıyoruz. Un sütü karışıp kaynamaya başlamadan süzgecden ve ya  el blendırından geçirdiğimiz pürü halinde sebzeleri suyuyla birlikte sütlü karışıma ekliyoruz.
5. Sütlü çorbaya tuz. karabiber ilave edip 5 dakika kaynattıktan sonra ocaktan alıyoruz.
6. Nane serpiyoruz, servis ediyoruz.



 Farklı şekilde yapsak;


Tüm malzemeyi daha önceden robottan geçirerek suda kaynatır, sonra beşamel sosunu hazırlar,  direk suda kaynayan, pişen sebzeleri sosa ekleriz. Tuzu, karabiberi ekler, 5 dakika kaynatır, altını kapatırız. Tercih sizin. Hangisi kolay geliyorsa.


Afiyet olsun !

8 Mart 2011

BULGUR PİLAVI

        



Blog arkadaşlarımın bloga girme yasağından dolayı bende postaya tarif ekleyemedim. Yani canım istemedi. Statiklerde ziyaret sayı git gide azaldı. Bu da, büyük çoğunluğun daha  bloguna ulaşamadı haberini veriyordu. Bir kaç gündür birçok kişinin bloguna ulaşma haberini alınca, bana da cesaret geldi. Yavaş yavaş toparlanıyoruz inşallah. Yine  eskisi gibi en güzel yorum ve mesajlarla bir birimizin desteği oluruz. Yılmak yok.

     Bulgur,  yıllar önce Azerbaycan mutfağında izi tozu olmayan bir  tahıl ürünüydü. Yıllar sonra ülkeler arası ticari alış veriş başlayınca, bilinmese de ülkeye getirilen bulgur yavaş yavaş sofraları süslemeye başladı. Acaba hiç mi bilinmiyordu, yoksa yıllarca unutulmuş muydu?
 Her kes gibi azerbaycanlılarda bilinmedik bir tadı ilk önce denemekte tereddüt yaşaralar. Bulgur hikayesi de bizde öyle başladı. Bulgur pilavını, kısırı kendimize yapıyorum ama, evime misafir olarak gelen azeri akraba ve arkadaşlara asla yapmazdım. Çünkü azerbaycan kültüründe sade pilav anlayışı yoktur . Pilav dediğin uzun zahmetle yapılacak, etli, bakliyatlı ve s.. olacak. Bilinmedik yemeyi yedirmek çok ayıp olur. Bu ayıbı benim aşmam lazımdı. Bu tadı, bu kadar vitaminli bir besini tanıtmam lazımdı .  Kardeşlerimin " Yapma, bizim pilavdan yapalım ayıp olacak" demelerine rağmen hiş çekinmeden evime gelen en ağır misafire yaptım, bulgur pilavını. Sonuç inanılmazdı. Çok Çok sevilmişti. Ne diye sorulmuş, tarif istenmiş, nasıl yapıldığını merak etmişlerdi.
Yaz tatili için anneannemle giderken de götürmüştüm.  Benim yapmadıklarımı her zaman teyzemler, annemler merak eder diye, her defa  türk mutfağından farklı yemekler yaparım onlara. Bu yüzden mutfağı belli bir sürü bana teslim edilir.
   Genç yaşımda sürekli anneannem tarafında mutfak çocuk işi değil, sen bulaşıkları yıka, çamaşır as, topla, bahçeyi süpür denilerek uzaklaştırılan bana mutfak emanet edilmişti  hayret !
Kendimi  TRT-de  yayınlanan "Saraydaki Mücevher " dizisinin baş rol oyuncusu Jangema gibi hisettim. Ne kadar istese de bir türlü kabul görülmeyen mutfağa yıllar sonra baş aşçı gibi geri döner Jangema.
İşte bende o durumdaydım.  Bir zamanlar uzaklaştırıldığım mutfağa, bende efsanevi dönüş yapmıştım, hemde farklı bir mutfağın leziz yemeklerile. Anneannem bile bana izin vermişti, inanılmazdı.
Neyse, kolları sıvadım "size akşama bulgur pilavı yapacağım" dedim. Bir birine bakan farklı bakışlar altında bulgur pilavını bir güzelce yaptım. Test etme zamanı. Her kes başladı. Anneannemin ilk kaşıktan sonra sözü aynı böyleydi " Amanın.... biz bunu savaş zamanı çok yerdik. Bu  bizim evde pişen tek yemekti neredeyse. Yıllar sonra üretilmedi. zamanla unutuldu gitti" dedi. Çok sevinmiştim hem beğenilmiş hemde bilmediğimiz bir yemek değilmiş dedim kendi kendime.
 
Aslında bulgur pilavını yaparken işim pek yaver gitmezdi eskiden. Ya yakardım, ya suyunu çok, yada az koyardım. Şimdi bile söz güzel yemek yapmadan açılınca eşim, " Bir çok  kuru, bir çok yanmış  bulgurlar yedik, bu güzel yemekleri yapmayı öğrenene kadar" der espri yapar.
 Üniversite 3. sınıfta okurken evlenmiştim. Hem derslerimi, hem evliliği bir arada yürütmekte zorlanmıştım. Yıllardır hep hazıra konduğum için, mutfağa çocuklar  girmesin denildiği için  yemek yapmada pek marifetli değildim. Yemek yapmak zamanı gelince ruhum daralır,acaba ne yapsam diye kara kara düşünürdüm. Bir gün okuldan eve geç gelmiştim. Eşimin gelemesine sadece yarım saat kalmıştı. Kara kara  ne yapsam diye düşünürken, en pratik  yemek olarak bulgur pilavı gelmişti aklıma. Yanına ne yapılacak çorba; ama-bilmiyorum, salat; evde malzeme yok, turşu; bitmişti, yoğurt; almayı unutmuştum:))

Sene 1997, cep telefonu denilen aletin kokusunun bile piyasada olmadığı dönem. Hanı arasam gelirken bari yoğurt, salatalık malzeme al desem, yok:))
Pilavı zar zor yapmıştım ama yutsan yutulmaz, atsan atılmazdı. Mecbur çayla, ekmekle  yiyecektik. Çünkü  her ikimiz fena halde açıkmışız..
İkinci olay da. görümcemle birlikte yaptığımız bulgur pilavını unutup, odada sohbete dalınca,  bizim nam-ı diğer bulgur pilavı yanmaya yüz tütmüş. Biz de pilavın yandığını pilav kokusunu sokakta hanımlarla sohbet eden kayınvalidem fark edip, "bizimkiler pilavı yaktı" deye eve acele gelince haberimiz olmuştu.
Gün o gündür yaptığım  bulgur pilavı hala kuru ve hala yanıktır, en güzelini yapsak da bir türlü adım çıkmış doksana inmez seksene misaliyiz.
Yalnız size tarifini yazdığım ve resmini çektiğim pilavı emin ola bilirsiniz ki ne yaktım, ne de kuruttum en güzelinden yaptım. Gururlarda tarifini yazıyorum. Artık  sizde yakar, kurutur, adınızı doksana çıkarıp seksene indirmek istemiyorsanız başka blogun yolunu tutun:))
Yok eğer biz yakarız, kuruturuz, adımızı da doksana çıkarıp seksene indirmek için uğraşmak istiyoruz diyorsanız buyurun tarif burada;



Malzemeler;
2 su bardağı bulgur
1 adet küçük boy soğan
1 adet yeşil biber
1 adet domates
1 yemek kaşığı domates salçası
4 yemek kaşığı sıvı yağ
tuz, karabiber, kıyılmış dereotu
5  su bardağı kaynar su

Hazırlanması;

1.  Önce soğanı soyup, yıkayıp, ince ince doğrayıp yağda kavuralım.
2.  Yeşil biberi de küçük küçük doğrayıp kavrulan soğana ilave edelim.
3.  Bulguru yıkayalım, suyunu süzelim, soğanların kavrulmasını bekleyelim.
4.  Kavrulan soğana salca ekleyelim, bir az da kavurduktan sonra, bulguru ilave edelim.
5.  2-3 dakika bulguru ara sıra  çevirerek karıştıralım.
6.  Domatesin kabuklarını soyup, küp küp keserek bulgura ekleyelim.
7.  5 su bardağı suyu, tuzu, karabiberi,  kıyılmış dereotunu  ilave edip tencerenin kapağını kapatalım, orta ateşte suyunu çekinceye kadar pişirelim.
8. Kontrol edin, suyu çekilince ezmeden hafif karıştırarak ocağı kapatalım, kendi buharında 10 dakika daha bekleyelim.

Not; Bulgur  etli yemeklerle güzeldir ama, etsiz yemekler olmayınca yoğurtla daha da güzeldir.

Afiyet olsun!

3 Mart 2011

ERİŞTE MAKARNA



Öncelikle Türkiye`de bloglara yapılacak engel uygulamasına  üzüldüm. Her kese geçmiş olsun. İnşallah en kısa zamanda mesele çözülür. Yoksa arkadaşların  zahmetine yazık olacak. Bende daha yeni tanıdığım bir birinden  harika insanları, ziyaretçilerimi kaybetmek istemem, bloglar`a engel gelmesini hiç istemem. Dileğim inşallah engel problemi ortadan kalkar. Bu konuda bilgi almak isteyen Afet hanımın sitesini ziyaret edebilir.


Gelelim bizim makarnaya..
"Pazardan aldım bir tane eve geldim bin tane" bilmecesinin cevabı Nardır biliyorum ama bunun 2. cevabı da erişte olmalı bence. Maşallah evde yapma tembelliğim tuttu. Marketten aldığım yarım kiloluk erişteyi kaynar suya koyunca, öğle bir açıldı, arttı ki tencereden taşmak üzereydi. Görünürde kıvrılmış halde diye az gelir dedim, tüm paketi kullandım. Tabi ki hata ettim. İyisi marifetli hanım olup evde ince ince keseceksin erişteyi. Bir dahaki sefere artık..

Malzemeler:
1 paket  hazır erişte makarna  veya
 2 avuç dolusu ev usulu hazırlanmış erişte
3 litre su
2 yemek kaşığı sıvı yağ.
tuz,

Sosu için:

3 adet domates
1 adet yeşil biber
1 adet soğan
3 yemek kaşığı sıvı yağ
nane, maydanoz, tuz, karabiber

100 gr beyaz peynir

Hazırlanması:

3 litre suyu tencerede kaynatıyoruz. Kaynayan suya sıvı yağ ve tuz ekliyoruz. Erişteleri kaynar suya döküyoruz.  Sade makarnada olduğu gibi haşlanan eriştelerin suyunu süzüyoruz.
Tavaya 3 yemek kaşığı sıvı yağı döküyoruz. Soğanları ince ince kıyıp, yağda pembeleşinceye kadar pişiriyoruz. Biberleri ince ince kesiyoruz onu da yağla birlikte kızartıyoruz.


3 adet domatesi rendeleyip, soğan ve biber karışımının üzerine ekliyoruz. Tuz, karabiber,kıyılmış maydanoz, kuru nane ekleyip yaklaşık 10 dakika pişiriyoruz.
Hazır olan sostan bir azını tabağa ayırdığımız eriştenin üzerine döküyoruz. Küp küp kesilmiş beyaz peynirle süslüyoruz.


Not: ben beyaz peyniri sevdiğim için kullandım. Tulum peynirini sevenler onu da kullanır.Her ikisi makarnalara çok yakışıyor.



Afiyet olsun.!

1 Mart 2011

BİR 35 YIL DAHA MI?




Bu gün benim doğum günüm..
Büyüdüm bir yaş daha,
Dün beşindeydim sanki,
Bu gün otuz beşinde
Yarınsa belli değil...

 Belki Yolun yarısı,
Belki de sonu,
 Neler yaşanmış, neler bitmiş göz açıp kapayıncaya kadar...
Geriye bakmaya cesaretim yok..
Bir yığın hatıra, bir yığın özlem, bir yığın göz yaşı...
Günah, sitem, sevinç, sesiz mutluluklar....

Daha dün gibi " kızım in aşağıya düşüp bir yerini sakat edeceksin" diye beni ağaçtan indiren ninemin sesi kulağımda...
Daha dün gibi, oynadığım saklambaç...

Daha dün gibi, üniversiteyi  kazanamadığım için ağladığım günler..

Dün gibi ,mezuniyet töreninden üzgün ayrılık vedası..

Dün gibi anne olduğum ilk  günün heyecanı..

Daha dün kutlamıştım yirmiyi ne çabuk geldim buraya....

Bir zaman abla, teyze  diyen ben, bu gün abla, teyze  olmuştum habersizce..

Nereye bu acele?
Daha veremedim yaşadıklarımın hesabını ,
Sorgusu bitmedi daha vicdanımın?
Bitmedi daha duam, bitmezde zaten..
 Daha yaşamadım kurduğum bin bir güzel hayalimi...
 Yarım kalanları...
Rüyalarımı....
 Yılın her gününe ektiğim umutlarımı, belkilerimi toplayamadım daha, nereye ey yaş, nereye bu acele?

Dur... Ben seni kabullenmedim daha. Yok öğle apar-topar hayatıma girmek. 
Bir izin iste demi?
Bak ben sana yakışıyor muyum,
Benim ruhum daha 10 yaşındayken
Hissettiğim yaş daha yirmi beşteyken,
Görenler "hayır inanmıyoruz sen 28 yaşındasın" derken
Giremezsin hayatıma ey otuz beş
Ayrıca ben şubatın 29 da doğdum.
Dört senede bir kutluyorum ben yaşımı...
Ya... daha var sana  ulaşmama...
Bir sürü seneler....

Yok... kabullenmen gerek...
İstesen de, istemesen de
Her yaşın kendince ağırlığını çekmen gerek....
Özlememiş miydin bu yaşı...
Hani daha on yedide yirmilik havalar...
Yirmi beşlerde otuz beşlik hasret..
Geldi işte... 
Taşı şimdi, taşıyabildiğince ağırlığını...
Geride keşkelerin, önünde belkilerinle yüklen bu yükü....
Bir otuz beş daha mı Ya Rabbi?
                                                                                                        Alıntı değil !


Şaka gibi geldi ama evet, ben artık bu gün otuz beş yaşındayım. Daha içimde büyütemediğim bir küçük çocukla birlikte kutladım bu otuz beşi. Dünden içimdeki heyecanla kalktım uykudan.. Ses soluk yoktu evdekilerden, her zamanki gibi..
Sabah mahmurluğu dedim kendi kendime..
Bu defa bende susmuştum hayret. Bir ay kala,bir hafta kala, bir gün kala söyleye söyleye eskitirdim tazeliğini doğum günümün. 
Otuz beş...kendi agırlığını erken göstermişti anlaşılan. İlk günden daha susmakla başlamıştı.
İlk işim maillerimi kontrol etmek oldu. Yoktu her hangi bir mesaj...
İyi ki kayıt olduğum siteler vardı. En azından onlar kutlamıştı beni..

Ses yoktu telefonumda da...
Kesin mesaj yazmıştır her kes ama, maalesef telefonum mesaj alanın kapalı...
Annemde mi unuttu beni yoksa? 
Evet meğerse annemde unutmuş...
 İlk olarak üniversiteden arkadaşım Aygün hatırlamıştı sağ olsun. Hiç unutmaz.
En güzel mesajlarıyla  gözlerim dolar...
Sırayla gelen telefonlar yok sen unutulmadın ama,  bir yaş daha yaşlandın diyordu...

Aslında doğum günüme daha bir sene vardı.
Çünkü takvimde şubat bu sende de 28 de bitmişti. Bense 29 da doğmuştum..
Ne güzel olurdu   dört yılda bir büyüseydim..

O zaman ben daha 10 yaşındayım...
Önümde o kadar yıl var ki...
Doğru kararlar vermek için, yaptığım günahları yapmamak için, bir daha ağlamamak için, sitem etmemek için, üzülmemek için onca yıl vardı önümde...
 Boşuna umutlanma,.
Sadece bir resim karesinde küçüksün sen ey 35 yaş çocuğu....
Ahhhhh.... Keşke ...


✿Mutfak Dili ✿ © Ocak-2015. Destek-Blogger

Blog design-Tasarım-GÜL TASARİM